Vildan Çetin, kadınların iç sesini romana döken edebiyatımızın Virginia Woolf’ü

Okurla Ses ve Kök adlı bilinç akışı tekniği ile yazılmış hem sıralı hem de bağımsız okunabilecek romanlarıyla buluşan senarist ve yazar Vildan Çetin, Kutsal Hayat Üçlemesi’ni Fihrist Kitap tarafından yayımlanan Ama adlı son romanı ile tamamladı. On bir yıl sonra yayımlanan yeni romanı 1990’lı yıllarda geçiyor. Aile ve geçmiş ile hesaplaşma, saplantılı duygular, nefret, kıskançlık, cinsellik ve geçmişe duyulan özlem temalarıyla yoğrulan karakterleri Selin, Ece, Erdal ve Talat Kavak ile okuru buluşturan Vildan Çetin, Ama’da tüm karakterlerini kıyasıya bir şekilde birbiriyle hesaplaştırıyor. 90’ların Türkiye’sini başarıyla anlatırken günümüz aile, iş ve dostluk ilişkilerinin nasıl kurulduğu sorularına da yanıt veren Çetin, hem bilinç akışı gibi zor bir teknikle yazılmış ona yerli Virginia Woolf unvanını kazandıran edebi tadı artırıyor, hem de her kuşaktan okura seslenmeyi başarıyor. Kutsal Hayat Üçlemesi, özellikle zorlu metinler okumayı tercih eden edebiyat okurunu hedefliyor. Vildan Çetin, genç ve edebiyata meraklı okurun da hayata bakışını değiştirecek, onları has edebiyatla tanıştıracak ve sinemasal özellikleriyle edebiyatta uzun yıllar kalıcı olacak önemli bir yazar.

İYİ METİNLER, İYİ KARAKTERLER GİBİ DEFOLU OLANLARDIR

Sorularımızı yanıtlayan Vildan Çetin, Kutsal Hayat Üçlemesi’nin son romanı Ama hakkında “Ama‘da mükemmel karakterler yaratmamak için, her karakterin üstünden defalarca geçtim. Hayat şaşırtıcı derecede defoluyken metin sıkıcı derecede mükemmel olamaz. İyi metinler, iyi karakterler gibi defolu olanlardır” ifadelerini kullandı.

Yazar ve senarist Vildan Çetin

Okuyucudan Bilgi Sakladım

Erdinç Akkoyunlu: Kutsal Hayat Üçlemesi’nin son halkası Ama adlı romanın yayınlandı. Ses hemen sonrasında Kök romanların yayınlandı. Ama isimli yapıtının romanının okurla buluşması ise iki romana kıyasla neden bu kadar uzun sürdü? Üçlemeyi bitirme sancısı mı, yayımlanmanın getirdiği zorluklar mı yaşadın?

Vildan Çetin: Dürüst davranmak gerekirse her ikisi de diyebilirim. Yayımlamanın zorlukları herkesçe malum olduğundan, üretmek ile olan kısma değinmek istiyorum. Julio Cortázar roman için “Yazarın kendine karşı verdiği büyük savaş” diyor sonra da “İnsani yazgının başlıca oyunlarının çarpıştığı bütün bir dünya, bütün bir evren vardır. Eğer insan boş bulunursa, dil bizi bekleyen en korkunç kafeslerden birisidir” ifadelerini kullanıyor. Üçleme yazmak uzun bir zaman dilimine yayılan, dolayısı ile yazar ve eserinin yazgısının iç içe geçtiği en büyük savaşlardan biridir diye düşünüyorum. Belki çok zaman önce başka şekilde ilerlemesi gerektiğini düşünmeye başladığınız olay örgüsü ve karakter gelişimlerini, başa dönüp değiştirmenin imkansızlığını bilmek yazar için kendi kendini bir kafese kapatmak gibidir. Üçlemeyle yazarın kapandığı kafesin içindeki karadelik bir sarmaldır. Sürekli içe doğru döner. Oradan çıkış yoktur. Kapısının bir daha ne zaman açılacağını asla bilemezsiniz.  Son cümleyi yazıp bitirmeniz dahi kapının açılması için yeterli olmaz. Son cümle her zaman uzar çünkü. Hep bir vesvese vardır yazarın içinde. Tamamlayabildin mi sorgusu vesvesenin ana hattında yanan sönen sinir bozucu bir dur-geç ışığıdır. Fiziki olarak tamamlanmış yani basılmış olsa da, bu kez başka bir soru peşi sıra gelir. Hayal ettiğim gibi oldu mu? Olduysa eğer, okuyucu istediğim gibi algılayacak mı? Bunu neden yazdım? Çünkü genelde şöyle düşünülür ki yazdığım bazı metinler için bunu ben de düşünüyorum. Yazar eserini bitirip okuyucunun karşısına çıkardıktan sonra, artık esere sahip değildir. Okuyucunun ne düşüneceği ne hissedip algılayacağına karar veremez. Ben üçlememde böyle olsun istemedim. Okuyucuyu yönetmek yönlendirmek karakterler hakkındaki duygularının sınır ve çeşitliliğini belirlemek istedim. Bazı şeyleri özellikle yazmadım. Okuyucudan bilgi sakladım. Karakter hakkında kendine özgü kesin kararlar vermesinin önüne geçmek istedim. Kurguya dair yaptığım bu bilinçli müdahalelerin, karakterlere yapılmış gibi anlaşılmasını istemem. Karakterlerin özgün kimlikleri üstünde çok çalıştım. Ütülü çarşaf gibi görünen düz karakterleri bile kat izlerinden kurcaladığınızda ortaya çıkması muhtemel tüm defolu özellikleri sansürsüz yazdım.  Onları özgür bıraktım. Beni ele geçirmelerine izin verdim. Her karaktere başka türlü sinir oldum, sevdim, güldüm ve ağladım. İsyanlarını gördüm. Karakterlerim metne isyan ediyordu. Benim onları gördüğüm gibi kendilerini görmüyor, tanımlamıyorlardı. İşte bu yüzden Ama’da mükemmel karakterler yaratmamak için, her karakterin üstünden defalarca geçtim. Hayat şaşırtıcı derecede defoluyken metin sıkıcı derecede mükemmel olamaz. İyi metinler, iyi karakterler gibi defolu olanlardır. Üçlemeyi bitirmenin sancıları kadar içimi acıtmasa da yaptığım işi sorgulatan önemli sıkıntılardan biriydi yayımlatmak. Aradan çok zaman geçmişti. İlk iki kitabı yayımlayan yayınevi kapanmıştı. Her ne kadar yazı ile yatıp kalkıyor ve üretmeye son sürat devam ediyorsam da son kitabım ile başvurduğum bazı yayınevi editörlerinin öncelik kriterleri farklıydı ve ‘Bu gösterinin bir parçası bile değildi’** Öte yandan, yaşanan ekonomik sıkıntılar yüzünden kitabımı basmak isteyen yayınevleri de ya bir iki yıl beklememi ya da metni kısaltmamı istiyordu. Fihrist yayınevi ise her konuda beni çok destekledi. Yenilikçi ve zorlu metinlere sahip çıkan, alternatif yazarlara kapılarını açan bir yayınevi.

Esas Olan Görünmez Olanı Göstermek

EA: Üçlemedeki yapıtlar birbirinin hem devamı hem de müstakil metinler. Bu kurguyu ve bağlamı tutturmak zor olmadı mı? Romanlarında Selin, Ece, Erdal, Talat gibi çoklu karakterler var ve hepsini bilinç akışı tekniği ile yazdın. Bu romanların oluşturulması ve okur açısından anlaşılması için hem bir risk, hem de uzun çalışma zamanları gerektiren bir uğraş değil mi?

VÇ: Yine bir alıntı ile başlayayım ‘Sanatta konuyu işleyen teknik yoksa, işlenen konu da yoktur. Ortada sadece sosyal tarih kalır.’ ***  Okunmayı her yazar ister. Yoksa neden yayımlasın? Ancak sadece okunacağım diye derinliksiz ve tadı tuzu olmayan, reklam üretirken sık sık kullandığımız gibi, gece geçen gemilere benzer metinleri yayımlamak benim yazarlık anlayışıma uymuyor. Karakterleri keskin çizgilerle birbirinden ayıran ve neredeyse iyi veya kötü kategorisinde değerlendiren,  eski tip roman anlayışı da bana uygun değil. Karakter yaratmada aldığım sinema eğitiminin etkisi büyük. Sadece dışsal tepkileri yazmak karakter yaratmada son derece sığ bir yaklaşım. Esas mesele, görünmez ve anlaşılamaz olanı bir neşter yardımı ile deşe deşe ilerlemek. Öyle insanlar vardır ki buzdağı gibidir. Yüzlerine, bedenlerine bakarak ne hissettiklerini asla anlayamazsınız. Sizinle sakince kahve içer. Ancak bir saat önce kıtır kıtır insan kesmiştir. Talat Kavak bu çetrefilli karakterlerden biri. Kendini açtığını sandığınız anda başka bir yerden kapattığını anlıyorsunuz. O tarafa yöneldiğinizde, bu kez de başka bir sorunla sizi oyalamaya, yazının ana hattından uzaklaştırmaya başlıyor. Ece ile ilişkisindeki cellat ve kurban oyununu bozan ise masum mu yoksa bıkkın mı olduğu bir yere kadar çözülemeyen Selin. Selin’in kararlı bir vazgeçişe yönelmesi, fedakârlık gibi görünse de kimi okuyucuya olgunca bir yer açma olarak da görünebilir.  En silik karakter Erdal gibi görünüyor romanlarda. Ancak inanın fazlasıyla zorlandığım bir karakterdi. İki kere tüm metni çöpe attım. Üçüncü yazışımda Ses’te birlikte çalıştığım editörümü öyle detaylara boğdum ki oradan bile başka bir hikâye çıkabilir. Çünkü ilk iki kitapta olanların ardından Erdal’ın yaşadığı dönüşümü vermek kolay değildi. Hem, uzunca bir zamandır aynı evde yaşadığı için baskın karakter olarak Ece’nin etkisi altına girmiş olmalı ve düşünceleri/dili dönüşmeliydi, hem de bu dönüşüme itiraz ederek kaçacak delik arayan ancak kapana kısılı korkmuş bir hayvan gibi çaresiz olduğunun da farkındaki iç benliğinin isyanlarını yazıya dökmeliydim.

Berna Moran’dan A.Hamdi Tanpınar’a

VÇ: Erdal üstünden metni yorumlamaya devam edersek, karakterin kendi ile ilişkisi ayrı bir üsluba ihtiyaç duyarken diğer karakterlere karşı duruşu bambaşka idi. Kendine bahşettiği değeri bilinememişlik daima ikinci plana atılmışlık gibi acıklı hislerin bir iki lokmasını Ece için saklasa da, ilişkilerinin bozulmasına neden olarak gördüğü Selin’e karşı düşmanlığa varan bir nefret besliyordu. Bu hisler Selin tarafından bakıldığında ayna gibi Erdal’ın karşısına dikiliyordu. Karakterler birbirlerinin ormanındaki yangını ateşleyen aynalardır da demek istiyorum. Üç kitap da bilinç akışı tekniği ile yazılsa da olay örgüsü ve anlatım tarzı farklı. Okuyucu her kitapta farklı bir ritim duygusu ile tanışsın istedim. Kitap yazmak senfoni yazmak gibidir. Yazı ve müzik ilişkisi ile ilgili yazılmış pek çok kitap var. Berna Moran’ın, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur romanının ‘senfoni’ formunda bestelendiğine yani yazıldığına dair tespitlerini hatırlayalım. Bu bağlamda şöyle düşünün: Önünüzde üç farklı senfoni var.

Geldiğimiz Noktaya Bakınca Anlatmakta Haklıymışım

EA: SesKök ve Ama 1990’ların Türkiye’sini ve insan ilişkilerini ele alıyor. Neden 1990’ları anlatma ihtiyacı duydun?

VÇ: Kutsal Hayat Üçlemesi‘nden Kök 2009 yılında yayınlandı. Kök, olayların ortasındaki kitaptır. Her şeyi başlatan Ses adlı kitaptır aslında. Ses’in yayın tarihi 2011. Ama yani üçlemenin son yayınlanan kitabı, iskeleti ile daha o tarihlerde hazırdı. İlk soruda detayları ile anlattığım kapısı olmayan kafesi o tarihlerde çoktan kurmuştum. Üçlemeyi planladığım zamanlarda teknoloji bu denli hayatımızı ele geçirmemişti. Geçen senelerde yaşadığımız gibi bir salgın ve kapanmayı ancak kitaplarda okumuştuk. 1990’lı senelerin Türkiye tarihinde dönüm noktası sayılabilecek sosyo-kültürel, ekonomik ve siyasi önemi olduğunu düşünüyorum. Bugün geldiğimiz duruma bakınca ne denli haklı olduğumu da görüyorum..  

Karakterler Sansürsüz Anlatıyorlar

EA: Ses ve Kök bir hesaplaşma romanı iken Ama’da ise tamamen ortalık karışıyor. Karakterler tüm biriktirdikleri öfke, habislik ve şirret düşünceleri ortaya döküyor. Aşk, cinsellik, nefret birbirinin içine geçiyor?

VÇ: Bir kişinin yetiştiği yer, aile, aldığı eğitim, yaşam tecrübesi vs. davranış şekli gibi olaylara bakışını da şekillendirir. Özgür sandığımız her düşünce aslında çok zaman önce zihnimize kodlanmış bir bilginin tezahürüdür. Roman karakterleri gibi, okuyucu da kitabı bu şekilde değerlendirir düşüncesindeyim. Ses, babacan bir elin zavallı bir kızcağıza yardım romanı gibi de görülebilir. Gizli eşcinsel yaşlı bir adamın, çaresiz bir genç kadına dişlerini nasıl geçirdiğini anlatan bir eser olarak da okunabilir. Kitaplarımı okurken hangi duyguları kerteriz alırsak alalım, ‘aşk, cinsellik, nefret’ bunlar hayatın içinde olan duygular. Karakterlerin su içtiğini yazmasam da okuyucu su içtiğini halihazırda bilir. Çünkü su içmeden kimse yaşayamaz. Duygular da belirli formlarda karakterlerin üstüne çöken ağırlıkları belirliyor. Hayatında hiçbir kadınla birlikte olmamış Talat Kavak’a inat Selin, bedava sigara ve bira için adını sanını bilmediği Tekelci çocukla sevişebiliyor. Ancak işler düşündüğü gibi gitmiyor. Adamı tanıdıkça aşık olmaktan ve dolayısı ile verdiği karardan dönmesine neden olacak bir bağ kurmaktan korkmaya başlıyor. Erdal ise tam tersine o an için cinsel ihtiyacını karşılayacak bir nesne ihtiyacında. Kadını nesne olarak görüyor. Ece ile aralarındaki cinsel çekim çoktan bitse de, asla popüler evlat olamadığı annesinin yerine çoktan geçmiş sevgilisi. Bu yüzden Ama’da karakterler ipinden boşalmış boğalar gibi. Sansürsüz anlatıyorlar. Okuyucuyu tavlamaya ve haklılıklarına iknaya çabalıyorlar.

Hem Çocuklar Hem Yetişkinler İçin Yazıyorum

EA: Senaryo yazdığını biliyorum, edebiyatla da yakından ilgin sürüyor. Yeni projeler arasında neler olacak? Öte yandan üçleme senaryo havasında da yazılmış. Sinemacı olarak üçlemenin sinema yolculuğu için ne söyleyebilirsin?

VÇ: Çizgi film senaryolarım uzun zaman önce hayata geçti biliyorsun. Edebiyat ve diğer yazı işleri zaten hayatımın merkezinde. Hazırda büyükler için yazdığım senaryolarım var. Dijital kanallara da proje hazırlıyorum. Umarım en kısa zamanda onlardan birini seyretme fırsatımız da olur. Üretmeye devam… Kitaplarımın sinema veya diziye uyarlanmasını çok isterim. Tabi iyi bir yönetmenin gözüyle olması şartıyla. Yoksa çok kolay heba olabilir diye korkuyorum. Örnekleri çok fazla.

EA: Kadın yazar ayrımına katılıyor musun? Edebiyatta bir kadın duyarlılığı elbette var ama sen kadın olarak erkek karakterler Erdal, Talat, Hakan gibi isimleri de ele aldın. Yazarken zorlandın mı ya da erkek karakter oluşturma konusunda ki düşüncelerin nedir?

VÇ: Leyla Erbil tarafından bakınca, kadın duyarlılığının çok işime yaradığını söyleyebilirim. Kadın yazar olarak anılmaktan da hiç rahatsız değilim. Ben farklı konularda üreten bir yazarım. Sadece insan karakterleri yazmadım. TRT Çocuk kanalında yayınlanan hikâye, senaryo ve şarkılarını da yazdığım Ciciki çizgi filmi leyleklerle ilgili. Bir marka için hikâye ve senaryosunu yazdığım Tik&Tak çizgi filminde ise ana karakterler tavşan ve kunduz. Deliler Teknesi edebiyat dergisinde tefrika halinde yayınlanan ‘Gen Etik / İnsan Bahçeleri’ adlı öykü serisinde kahramanların bir kısmı cyborg. Yazdığım kimi hikayelerde dikiş makinesi iğnesi, kiminde bir hamam böceği, portakal… Şunu demek istiyorum aslında, benim için gözle görünen ya da görünmeyen her şeyin bir öyküsü var. Yeter ki içimden o konuda yazmak gelsin.

Çok teşekkür ederim bu güzel sohbet için.

* Cortazar j., Edebiyat Dersleri, Çev. Süleyman Doğru, Everest Yay,

** Debord G., Gösteriden kaçınma çabaları bile gösterinin birer parçasıdır.

*** Stevick P. (1967). Roman Teorisi, Çev. Sevim Kantarcıoğlu, Akçağ Yay., Ankara (2004)

Kaynak: Röportaj www.oggito.com’dan alınmıştır